30 Kasım 2008

remember november

yılın en saçma draması ödülünü kendi adıma kasım ayına veriorum. aralığı beklemiorum bile:
senede bir gün'üm kasımın bir kere. değişen hayatlar. alışılacak yalnızlıklar. yeni gelgitler. git'ler. nolur artık git'ler. uzaklara giden arkadaşlar. galatasaray yenilgileri. yalnız akşamlar, geceler, günler. bolca alkol tüketimi.. bolca gözyaşı tüketimi. ev endişeleri, gelecek endişeleri. hepsi birbirinden boş saçmalıklar...
bitti, hayırlı olsun.

love in the afternoon.1957.

"- i'm rather glad you are leaving tonight. it makes everything so much simpler
- that's the way it should be. no involvement, no complications, no danger
- none at all
- the trouble is people get attached to each other, things drag on, scenes, tears. Everything gets so maudlin. i think people should always behave as though they were between planes.
- very sound, Mr. Flannagan.
- it's basic. he who loves and runs away, lives to love another day.
- i must remember that.
- works out great.
- works for you."

"i have too many dates"

"item12: A banker from Brussels
item 13: the chauffeur of the banker from Brussels."


" it's nothing really. i'am susceptible. you don't have to worry about me. there have been so many men before, there'll be so many after this. it's going to be one of those crazy years.
i'll be perfectly all right.
i'll be all right.."
fascination (1932 song)

merci mineeee
çarşıdaki kediyi istiyorum. beyaz gıdısı olan tekiri. arkadaşım olsun istiyorum.
insan neler yapar isteyince. bu bişey değil düşününce. ben de tarifi öğrenince kalktım sana kek yaptım.
kendimi kekle yatıştırdım.
oturdum ellerimle sana kek yaptım.

züğürt tesellisi olur mu bu?

saçma sapan şeyler yapıp (düşündükten) sonra gördüğümüz, sabah lanetler okuyarak uyandığımız, bir daha uyumayacağım (hay allah ki) dediğimiz o naçizane bilinç altımızın oyunları rüyalar...
heralde sadece biz değilizdir onları gören. herhalde istemeden karşısına çıkan ufak birşeyin üstüne "al çoraplarım sende kalsınlar nasıl olsa artık ben de seninim" hikayesi yazmasa da, ya da farkındalık seviyesi düşük olduğundan belki küfrederek uyanmasa da şaşırtacak rüyalar görüyorlardır aniden. neden olmasın?

ışıL 0-1 facebook

tutamadım kendimi. açtım baktım facebook'a. sonra yine çıktım.
ne biçim iradeyse bendeki de...kendi sahamızda yeniliyoruz.
bir saatten sonra uyumayı bilmeli sanırım.
"nothing good happens after 2.A.M
" himym

shep/arslan

az içmeyi biliyormuşuz bir kere.
hatırlayıp gülebilme hakkımızı kullanabiliriz.
yeşil tekirdağ, yeşil değil.
sg davası olmaz.
izzie hastaneden atılmalı.
ıssız adamda toprak sergen oynuyor.
senede bir gün yetmez. hiç yoktan iyi midir?
umutun doğum gününe zaten gidiyormuşuz.
kü-fü-re kaarşıyız...
geç oldu.
ha bi de, fala inanmam ama etrafımdaki canlı balıklara karşı algım açık. çok açık.

28 Kasım 2008

aslında bir konu var.yasemin mori.

27 Kasım 2008

taa uzak yollardan.nilüfer.
anlamazdın.ayla dikmen.

gel de gönlümü yerden yere vurma

ya böyle bir şarkı vardı şimdi aklıma geldi ne alakaysa...
ne güzel bir şarkıydı... bir tezahürat havasında da söylenebilir hatta. çok severim söyleyemem derken kıvırtmaya başlanabilir.
bilmiorum herşey olabilir. "ne olursun" kıvamına gelmişiz bi kere...
kalbi kırcak müsvettenin ince fidanlara duyarlı olduğunu varsaydığımız ve gül, çiçek, ot.. takıntımızı saklayamadığımız bir şarkı.. ama olsun! havası yeter. iki kadehle çok güzel gider. iki, üç, beş, eyvah...

"gel gönlümü yerden yere, vurma güzel ne olursun!
gül dururken dikenler, derme güzel ne olursun!
git diyemem, kal diyemem, sen goncasın gül diyemem.
çok severim söyleyemem, sorma güzel ne olursun!
sevgin nefes, sevgin candır, sevgin bana heyecandır.
kalbim ince bir fidandır, kırma güzel ne olursun!"

gülümsemek için...

FORMATION OFFERTE AUX HOMMES 
 

THEME DU STAGE:
 Devenir aussi intelligent qu'une femme ( donc être parfait). 
OBJECTIF PEDAGOGIQUE:
 Cours de formation permettant aux hommes d'éveiller cet organe, appelé CERVEAU, dont ils ignorent l'existence. 

PROGRAMME:4 MODULES OBLIGATOIRES
 


MODULE 1 :
 COURS OBLIGATOIRES 
1. Apprendre à vivre sans sa mère (2000 heures )
2. Ma femme n'est pas ma mère ( 350 heures )
3. je donne ma paie à ma femme (550 heures) 
4. Comprendre que le
 foot n'est qu'un sport, et Ronaldo un crétin ( 500 heures)
5. Ma femme n'est pas mon infirmière
6. Ma femme n'est pas ma bonne
 


MODULE 2 :
 LA VIE A 2
1. Ne pas devenir jaloux (50 heures )
2.. J'arrête de dire des niaiseries quand ma femme reçoit ses amies (500 heures )
3. Vaincre le
 syndrome de la télécommande (550 heures) 
4. Je ne pisse pas à côté. Je m'avance un peu, j'oublie ma prétention... (exercice pratique avec vidéo 100 heures)

5. Je ne transforme pas la
 salle de bains en piscine municipale lors de ma douche... 
6. Comment se rendre jusqu'au panier à linge sans se perdre? ( 500 heures )
7. Comment survivre à un rhume sans penser être à l'article de la mort? (200 heures )
8. Savoir s'habiller tout
 seul, choisir ses vêtements tout seul, ne pas faire semblant de ne pas savoir où se trouve l'armoire. 


MODULE 3 :
 DETENTE ET LOISIRS
1. Le
 ménage ..... une activité familiale et valorisante. 
2.. Je mémorise les journées de sortie des poubelles. 

3. J'apprends par coeur la définition du mot ' ASPIRATEUR' : 'appareil ménager, servant à aspirer les poussières, les menus déchets' ( j'en profite pour gagner du temps en regardant le Niveau 1 du module 4 ) 
4. Savoir se servir d'une éponge...
 
5. Savoir ramasser les dégâts après une séance de bricolage...
6.. Réviser son français : le féminin de ' assis devant la télé ' n'est pas ' debout devant la cuisinière'
 


MODULE 4:
 COURS DE CUISINE
Niveau 1 ( débutant ) :
 

Les appareils ménagers : - 'ON' = mettre en marche 
                                          - 'OFF' = arrêter ( ... l'appareil) 


Niveau 2 (avancé) : 
Mon premier ' quick soupe' sans brûler l'eau.
(
 Exercices pratiques : Faire bouillir l'eau avant d'ajouter les spaghettis )

Niveau 3 (expert):
 Faire du café sans oublier ni l'eau, ni le café, et ne pas utiliser le soluble qui est incompatible avec la cafetière. Savoir servir le café, sans en foutre la moitié à côté 

Niveau 4 (best off) :
 apprendre les recettes de base (exercices pratiques : omelette, poulet rôti, steak grillé, légumes à l'eau, riz...) 
-------------------------------------

"How do you know how much is too much? Too much too soon. Too much information. Too much fun. Too much love, or too much to ask of someone? When is it all just to much for us to bear?".s2e10.
.too much information given.
.too pointless to come clean.
.too much fun. too much drink, too much.. and too late...
.too much to ask of someone
.too much to want to do something, i guess.
.and too much to be there for...
.too much thought, too much for nothing. 
.too much desperation.
.too hurt, too pissed off but not so surprised, sadly...
Ahmet Altan'ın Tehlikeli Masallar'ından bir masal... bilen bilir...

Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten sonra sakallı ihtiyar "Galiba sizin meyveniz yok," demiş. Padişah hemen atılmış, "Her meyveden var, ne istersiniz?" demiş. "Yok," demiş ihtiyar, "onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum." Padişahla karısının gözleri dolmuş, "Çok istedik, ama olmadı," demişler. "Peki," demiş ihtiyar, "ben size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var, baharın yaza başlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, 'hayırlısı neyse olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız." Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş.

Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar, dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. Padişahın karısı, "Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver," demiş. O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Kentte babasıyla ve üvey annesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli üvey anne, saraya gidip, "Benim bir üvey kızım var, sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur," demiş. Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar.

Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş: "Anneciğim ben ne yapacağım, hiçbir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar, benim de kellemi kesecekler." Tam o sırada aksakallı bir ihtiyar peydah olmuş mezarın yanında, "Ağlama kızım," demiş, "ben sana ne yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın." Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. "Sultan benim dediklerimi tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak." Kız saraya gitmiş, ihtiyarın dediklerini yapmış. Gerçekten de sultan, kocaman, kara bir yılan doğurmuş. Hemen padişaha haber vermişler. Sultan hanım ağlamış, "Ne yapacağız," diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda "Yılan mılan, evlat evlattır," deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın arka odalarından birine yerleştirmişler, ülkede padişahın bir evladı oldu diye şenlikler yaptırmışlar.

Aradan yıllar geçmiş, arka odada bırakılan kara yılan büyümüş, bir gün padişah babasına haber göndermiş, "Ben artık evlenmek istiyorum," demiş. Padişah, ne yapsın, bir tanecik evladı. Vezirlerden birinin kızını oğluna istemiş. Düğün yapılmış, gelini gerdeğe sokmuşlar, ertesi sabah kapıyı açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede yatıyor. Yılan kızı sokup öldürmüş. Başka bir vezirin kızıyla evlendirmişler. Yılan onu da sokup öldürmüş. Saraydaki kızlar birer birer öldükten sonra, halktan kızlarla evlendirmeye başlamışlar yılan prensi, o kızlar da ölmüş. Genç kızlar saraya gelin gidip birer birer ölüyormuş. Halk, prensin yılan olduğunu bilmiyormuş, ama prensle evlenen kızların öldüğü memlekette yayılmış, herkes kızını memleketten kaçırmaya çalışıyormuş. Bir gün yılanı doğurtan ebe kızın üvey annesi, saraya gitmiş, "Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da zaten o doğurtmuştu, prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi," demiş.

Hemen kadının evine adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş, adamcağız ne yapsın, padişaha hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş. Bunu duyan kız öleceğini anlamış, hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden. "Anneciğimi beni prensle evlendirecekler ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup öldürecek, genç yaşımda öleceğim," demiş. Kız annesinin mezarı başında ağlarken, beyaz sakallı ihtiyar görünmüş yeniden. "Ağlama," demiş, "yılan kılığındaki prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır, dediğimi yaparsan insan haline döner, çok mutlu bir hayat sürersiniz." "Ne yapacağım?" diye sormuş kız. İhtiyar da anlatmış. "Seni gerdeğe sokacakları zaman, üstüne kırk gömlek giyeceksin. Sen odaya girince yılan sana 'soyun' diyecek, sen bir gömleğini çıkart, sonra sen de ona 'sen de soyun bakalım yılan bey,' de. O da derilerinden birini çıkartacak, sonra sana yeniden, 'soyun' diyecek, sen gene ikinci gömleğini çıkarttıktan sonra ona 'sen de soyun yılan bey,' diyeceksin, böyle böyle kırk derisini de çıkarttıracaksın, kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra yakışıklı bir delikanlıya dönecek. Ama sakın ola ki, o bütün derilerini çıkartmadan sen soyunup kalma. O derilerini çıkartmadan soyunursan, seni çıplak görürse sokup öldürür." Kız hazırlanmış, alıp saraya götürmüşler, düğün olmuş, sonra kıza gerdeğe gireceksin demişler. Kız da ihtiyar adamın dediği gibi kırk gömlek giymiş üstüne. Her şey ihtiyarın dediği gibi olmuş. Bir kız çıkartmış gömleğini, bir yılan çıkarmış derisini, birlikte soyunmuşlar, sonunda kırkıncı deriden de sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, ikisi yıllarca mutlu yaşamışlar...

25 Kasım 2008

öğrenilmiş çaresizlik

Learned helplessness is a psychological condition in which a human being or an animal has learned to act or behave helpless in a particular situation, even when it has the power to change its unpleasant or even harmful circumstance. Learned helplessness theory is the view that clinical depression and related mental illnesses result from a perceived absence of control over the outcome of a situation (Seligman, 1975).

öğretiyorlar çaresizliği bize.. bakışımız değişiyo herşeye, hayatı alglayışımız değişiyor. sonrasında çaresiz olmamayı da öğrenir miyiz acaba...
özlüorum ünaL'ı...



kökü bende..

dün saçımı kestirdim!
fazla kısa oldu, koca kafa oldum. ama pek umrumda olduğunu söyleyemem...
ne zaman saçımı kestirsem o seneler önce çok uzunken çok çok kısa kestirmem geliyor aklıma!
nasıl ağlamıştım günlerce, aynaya bakamıyordum. saçın güzel olsa nolur sanki..


24 Kasım 2008

lisa hannigan - lille
aerosmith - cryin'

23 Kasım 2008

beeee



boynu bükük koyun
cem'in gittiği gündür bugün.

bıktım ben bu gitmelerden. ki bilirim, henüz erken...

22 Kasım 2008

vee

"hayat serdar ortaç'ı yoruyorsa bizim ağzımıza sıçar, takdir edersiniz..."

remember when i was hating everyone?

zeytinliymiş. tek isteğim orayı terk etmekken ve beynimi kullanabiliyorken yapabilmeliydim belki de. o masayı görünce "dındındın i hate everyooone" çalmaya başladı kafamda. ve gecenin 'oldukça' sonunda dolmuşa binebildiğimizde, melisanın kafasını şişiriyordum yine aynı şarkıyla. arasında yaşadıklarımızı unuttuk. dün akşamı kimse hatırlamıyor. zaten hatırlayanın başına kötü şeyler geliyor (ben yaptım biliyorum).

rakı, kahve ve bira başlıklı süreçlerin içerikleri "cem gitmee", "nevra'nın doğum günü" falan olmalı, değil mi? muhabbet, şarkılar, fazla konuşanlar, daha çok dinleyenler, bakıp gülümseyenler ya da ne bakıosun diyenler.. görüşmeyeli nasılsın'lar, allah iyilik versin'ler, dedikodular tabi ki...

aslında biz melisayla eve erken dönüp 90'lar dinleseydik (dilek şart kipi). evet belki de öyle yapmışızdır. zaten biz 80'ler sevmiyoruz bile!!!?? nespa hein?
woooooooaaahhhh you better stop! before you tear me all apart...
you better stop! before you go and break my heart!!

o kenan, doğulu değilmiş; en büyük suçlu benan ya da kasımmış (karar veremedik henüz); rakı sofrası çok özlenmiş; miasızlığın verdiği özgürlüğü kontrol etmekte başarılı değilmişim; içip konuşmak bir türlü, içmemek susmak başka türlüymüş; "ben kendimi kontrol edemezsem sen bi el at (?)" diye tembihlediğin arkadaşını yanında gezdirmezsen b planının olması gerekiyormuş; karşında ayna olduğu zaman birilerine arkanı dönmüş olman bişey ifade etmiyormuş; beyaz eldivenler sadece bana göre komik değilmiş; everyone derken en çok kendimi kastedermişim...

get set go - i hate everyone

21 Kasım 2008

müzik dinlerdim

tarz/mod/yıl seçiyorum, gerisini ona bırakıyorum. tercihlerime göre gösterdiği birkaç şarkı arasından dinlemek istediğimi de seçebiliyorum. sevdiklerimi bir kalp ile ödüllendirebiliyorum. en son ne dinlediydim, neyi sevmiştim gibi sorularıma kısa süreli hatırlatmalarla cevap verebiliyor. bir de renklendirmişler. 
special thanks to melisa...

20 Kasım 2008

remember when you were a little kid and you believed in fairy tales?

"You’d lie in your bed at night and close your eyes and you had complete and utter faith. Eventually you grow up and one day you open your eyes and the fairy tale disappears. Most people turn to the things and people they can trust. But the thing is, it’s hard to let go of that fairy tale entirely because almost everyone has that smallest bit of hope and faith that one day they would open their eyes and it would all come true."